Bir Eylül gecesi, ‘’yüreğime ateş düştü’’ ne demek öğrendim.
İnsan alevsiz nasıl yanarmış. Acıdan acıya dağlar kadar fark varmış. Ve her
acının tarifi yokmuş.
Annem, sen gideli koca 2 yıl geçti. Kokun desem, sesin
desem, gülüşün desem, sarılışın, sıcaklığın desem… Hangi birinin yokluğunu
tarif edebilirim ki. Vazgeçtim sözcüklerden!
Ve vazgeçtim Eylülleri sevmekten… Ki, Eylül mırıldanan bir
ağıttır artık yüreğimin kayıp kentinde. Hatırlarsın, nasıl severdim Eylülleri ve
güzü, çocukken bile… Çocuklar güzü neden sever ki? Ya da tek çocuk muydum hüznü
seven? Peki, güz hüzün mü demektir her zaman?
Ben büyüdüm anne. Çocuk benden geriye bir tek hüznüm kaldı.
Ben büyüdüm ve bende güz neden hüzünmüş öğrendim. 1 Eylül gecesi, bir Eylül
gecesi, bir güz gecesi, bir hüzün gecesi gittiğinde öğrendim…
Eylül! Sarı yakarışım… Şafağa çıkamayışım… Asil, onurlu,
bilge karanlığım…
Eylül! Hüzün nedir ki, bende karşılığın ölüm…
Annem, bayramda yanındayım. Seni ziyaret etmeyeli çok zaman
geçti. Mektup yazmayalı da… Affet! Malum,
İstanbul işte… Her suça,her özre,her utanca bahane zavallı şehir!
Geçen bayram gitmedik diye babam çok sitem etti. Biliyor ki
sen olsaydın her bayram Adana’da toplanırdık. İstanbul, Marmaris, Antep… Bütün kardeşler bir araya gelirdik.
Bu bayram oradayım, hem de Eylül ‘de… . Adana bana ağır
gelse de artık, yüreğimi sığdıramasam da o kente; senin toprağına dokunmak
için, koklamak için, dua etmek için geleceğim.
Bekle beni annem! 2 Eylül sabahı hafızamdan silinmeyen o
anda olduğu gibi.
Ve affet! Seni son kez görebilmek uğruna çok beklettiğim
için.
0 Yorumlar
Yorumlarınız benim için çok değerli.Teşekkürler...